Ana içeriğe atla

                                      

YARGILAMAK YERİNE ANLAMAK…

Güneş sıcacık gösterdi yüzünü epeydir. Yaz mevsimine aşık olan ben her fırsatta buluşuyorum güneşin sarısı, denizin mavisi, doğanın yeşiliyle. Sadece kış, bahar değil geride kalan, maskeli mesafeli ve ağır öyküleriyle geçen kocaman iki sene…

Çocuklarımıza sevgiyi, sıcacık duyguları, tebessümü anlatmamız gerekirken maskelerle mimiklerimizi kapattığımız, başkalarına yaklaşmanın ölümcül olabileceğini öğretmek zorunda kaldığımız çok uzun bir dönem. Kirlenmek güzeldir derken takıntılı bir biçimde el yıkamayı zorunlu kıldığımız çocuklarımız. Bu dönemin etkilerinin bilinmezlerini uzun yıllar göreceğimiz belli ama şimdi makul tedbirlerle bol bol gülümseyeceğimiz, özgürce nefes alacağımız sevdiklerimizle keyifle vakit geçireceğimiz yazın tadını çıkarma vakti…

Bir taraftan yeni mevsimin insanlığa dair kabulü sevgiyi neşeyi saygıyı yüceltmesini dilerken bir yandan da uzun süredir beklettiğim sözlerim var ‘yargılamaya’ dair…

İnsana İyi Gelen Sözler’in 14. Kartı der ki,

İnsanları yargılar mısın? Dış görünüşünü, lafını, kararlarını, duruşunu. Evet, hepimizin bir yargı sistemi vardır, bizim sistemimize uymayanları ister istemez negatif algılarız ve bu durum farklı reaksiyonlar getirir. Bu durumda tepkilerimizin yüksek olması bizi sosyal ortamda antipatik bir hale sokabilir ve her şeyden önce bizi yorabilir. Sosyal çevremizi kendi değer yargılarımıza uygun kişilerden seçmemiz oldukça doğaldır ancak zorunlu olarak birlikte olmamız gereken kişiler kabulümüz oranında bize iyi gelir ya da gelmezler. Her şeyden önce herkesin farklı bir inanç ve değer sisteminde yetiştiğini bilmek evrensel bir kabul ilkesidir. Saygı bunun beraberinde gelir. İlişkinin temeli ortak müştereklerde buluşmaya dayalıdır. Birlikte olmak zorunda olduğunuz ancak tolerans sınırınızın altında tuttuğunuz, yargıladığınız kişileri düşünün. Hadi şimdi onları olduğu gibi kabul etme ve farklı özelliklerini keşfetme zamanı… Belki de zamansız ısmarlayacağınız bir kahve ikinize de iyi gelir…

Hepimiz yapıyoruz bunu, doğal bir çekimle birilerini sempatik ve kabulle karşılarken bazılarını da dış görünüşlerinden hal ve tavırlarına her şeyleriyle eleştirip yargılayıp yerden yere vurabiliyoruz. Yüzde yüz karşılıklı kabullerden bahsetmek hayali olur elbette, algı sistemimiz böyle işlemiyor her şeyden önce ancak değer sistemimize baktığımızda, perspektifimizi olumluya çevirmek bizim elimizde.

İnanç sistemleri, görgü kuralları, iletişim biçimleri, bireyin kendini ifade etme şekli ve insanı sosyal bir birey yapan her şey, doğuştan getirdiğimiz mizacımızda gizil duruyor.  Doğduğumuz andan itibaren ailemizle, okulumuzla ve yakın çevremizle şekilleniyor çok erken yaşlardan itibaren. Evrensel ilkelerin yanı sıra da kendimize kompoze ettiğimiz özgün sosyal filtrelerimizle de oluşuyor bizler için mutlak doğrular, yanlışlar.

Farklılıklara kabulümüzün en yüksek olduğu zaman dilimi çocukluğumuz. Öyle saf ki çocuk kalbi, tek istediği neşeyle dolu dolu oyun oynamak. Çocuk bilir, arkadaşı biraz faklı görünüyor olabilir (mental, fiziksel yada ruhsal) ama adını koymaz bunun ve uyum içinde oynayabildikleri sürece en yakın iki arkadaş olabilirler saatlerce, günlerce hatta tüm çocuklukları boyunca.

Ebeveynler ve çocuğun yakın sosyal çevresindeki biz yetişkinler mükemmeliyetçiliği, ötekileştirmeciliği, acımasız eleştirileri koymazsak onların temiz yüreklerine aksine farklılıklarımızla bir olduğumuzu, gökkuşağının farklı renklerle mükemmel bir uyum içinde olduğunu anlatabilirsek o zaman kabul ve saygıları artar, ilişkileri sevgiyle akar.

Çocuklar küserler, çok kısa bir süre sonra da barışırlar. Kin gütmezler, intikam almazlar yetişkinler ‘o sana öyle yaptıysa sen de aynısını yap, altta kalma’ diye öğütlemedikleri sürece. Arkadaşının hatasını anlaması, içten bir özür dilemesi, onlara da varsa kendi hatalarını fark etmelerine ayna tutar ve el ele tekrar oyun alanlarına yöneldiklerinde artık mutludurlar ve psikolojik sağlamlıkları biraz daha artmıştır.

Biz yetişkinler an itibariyle ne yaşadığını, nasıl dinamiklerle büyüdüğünü, neyi nasıl anlamlandırdığını bilmediğimiz birçok kişiye yağdırıyoruz tespitlerimizi, önyargılarımızı. İşin uzmanı değilsek ve bir yardım yoksa işin ucunda aslında değerlendirmelerimiz tamamen bizden yansıyanlar. Karşımızdakine asla kabul edemeyeceğimiz şey aslında kabule dair en çok üzerinde çalışmamız gereken şey. Burada bahsettiğim hiçbir anlam atfetmeden kurulacak ilişkiler değil elbette, tarafsız ve dengede saygıyla sürdürülecek ilişkiler kastettiğim.

2013 yılında Doğan CÜCELOĞLU, paylaşmış bir yazısında:

“Önemli bir rica: Bu hafta, sadece bir gün, hiç kimseyi yargılamadığınız bir gün geçirmeye özen gösterir misiniz? Sözünüzle, yazınızla, yüzünüzle, bakışınızla, hal ve tavrınızla, ses tonunuzla hiç kimseyi yargılamadığınız tek bir gün! Lütfen. (Bunu denerken farkına vardığınız zorlukları ve iç görüleri öykü ve örnekleriyle paylaşırsanız, beni zenginleştirirsiniz. Emek ve zamanınız için teşekkürler.)”

İnsanoğlu yaşam boyunca özüne doğru derin bir yolculuk içinde, bu yolculukta zaman zaman yargı cümleler içinde bulduğumda kendimi, öğrendiğim ve bildiğim tek şey, kendimiz için de o yaşantının benzeri için geri sayımı başlattığımız. Boşuna dememişler ‘Büyük lokma ye, büyük söz söyleme’ diye.

Yaşam yolcuğumun önemli bir kesiti, kendimi yargılamaktan alıkoyamadığım durumların bendeki yansımasını keşfimle farkındalığımla ilgili. Ya da biri beni yargıladığında varsa kör noktam içinden alıp gerisini yargının sahibine bırakmak, mücadele etmekten daha doyumlu. Ama en güzeli tahammül sınırınızın çok az olduğu biriyle bir kahve içip farklı özelliklerini anlama ve resmin bütününü görebilmekte. Yürek ancak böyle yükünü hafifletebilmekte, maksat yeterince iyi olabilmek yoksa ‘yüksüz, yansız, yargısız’ olmak ancak psikoterapistin hünerinde.

Yaz buluşmalarının keyifle, neşeyle, bol kahkahayla geçmesi dileklerimle…

Psk. Dan. Burcu KÖSE

Not: İnsana İyi Gelen Sözler nedir? Nasıl alabilirim diyorsanız  shopier.com/yeterinceiyibirben  hesabından detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz :)



Bu blogdaki popüler yayınlar

  AŞK'a Dair... Yine yeniden sıcacık bir Merhaba :) En son yazımda verdiğim müjdeli haberden sonra farkettim ki uzun bir ara vermişim ve Ocak ayının sonuna gelmişiz. Ocak bitiyorsa bu, sürekli sevgiliye ve aşka dair konuşacağımız Şubat'ın geleceğini müjdeler ve tabi konu böyle olunca mumlar yakılır, kalp figürleri masaya yerleştirilir ve yeterince iyi bir aşk yazısı yazmak için klavyenin başına geçilir... İnsanlık var olduğu sürece mutluluğu tanımlamaya çalışmış ve ona giden yolu her döneme her kültüre özgü farklı yollarla anlamlandırmaya çalışmıştır. Aşk da böyledir, insanın olduğu yerde muhakkak 'Aşk Nedir?' sorusu vardır. Keyifli sohbetlerin, anıların, tebessümlerin, dolu dolu gözlerin her daim bir yerinde kendini ortaya koyar, selamını verir ortama... Evet hepimiz biliriz ki aslında ne kadar insan varsa, o kadar da farklı tarifler vardır Aşk'a dair... Genel olarak 'bir kimseye ya da bir şeye karşı duyulan aşırı sevgi ve bağlılık duygusu' gibi bir tanımı ...
 VAR BİR HAYALİMİZ 2022’nin ilk blog yazısıyla tüm güzel yüreklere sıcacık tebessümlere Merhaba 😊 Hayalsiz hedef olur mu?  Hayaller sadece birer rüya balonu mudur?  Sizce hedeflerin ayağı daha mı yere basar?  Hayalperest olmak pek aylakça algılanırken ulaşmaya çalıştığımız hedeflerimizin olması bizi daha mı profesyonel kılar? Birbiri ardı sıra ekleyeceğimiz birçok sorunun cevabı aslında hem ailemiz tarafından yetiştirilirken hayal ve hedef kelimelere yüklenen anlamlara hem de yaşamsal deneyimlerimize göre farklılık gösterir. İnsana İyi Gelen Sözlerin ilk kartı der ki… "Yepyeni bir dönüşüm yılı var önünde, tıpkı bir hediye kutusu gibi özenle sarılmışçasına. Hadi bir kâğıt ve kalem al eline. Yaz bu dönüşümden beklentilerini, dök bütün duygularını, anlat ona. Sonra da katla kâğıdını ve koy odanın en özel yerine, kendini tamamlanmış hissettiğinde okumaya… En az 3 hedef belirle kendine. Daha önce denemiş ve gerçekleştirememiş olabilirsin, ya zamanı şimdiyse… Sağlığın içi...